21 Ekim 2025 Salı
İşgal Gazze'de soykırımını sürdürüyor, şehit sayısı 4 bin 385'e yükseldi
HER YAŞAM DENEYİMİ BİZLERİN AKIL YOLUNA IŞIKTIR
Milletvekili İshak Şan’dan SMA hastası Firdevs’e sürpriz ziyaret
ALKAYIŞ VE YAKLAŞAN SEÇİMLER
Balıkesir’de 6,1 Büyüklüğünde Deprem Meydana Geldi
GÖLGE SAVAŞLARI- DEPREMLER, YANGINLAR, FELAKETLER
Aradan o kadar yıl geçmesine rağmen, ihanet gecesinin izleri halen daha hafızalarımızda…
Boğaz Köprüsünün heybeti ve hatta dünyanın gözbebeği olan boğazın kendisi dahi saklayamadı o gecenin utancını, hem zaten hangi sokağa dönsen; ihanet gecesinin çıkmaz sokaklarıyla doluydu.
Kolaydı sanki?
Hangi birisini saklayıp, silecektik ki; kendimizin dahi kabullenemediğini…
Kadim milletimin göstermiş olduğu ve yedisinden yetmişine kadınıyla, erkeğiyle genci ve hatta çocuğuyla sergilemiş olduğu kabul etmezlik hareketi o kadar yıldır halen daha taze ve devam niteliğindedir.
Tıpkı Kurtuluş savaşımızın harareti gibi,
Tıpkı sözde sağ-sol davası diye bize yutturulan fikir çatışmaları gibi,
Tıpkı sözüm ona bir kadim milletin hakkının savunulduğunu söyleyip, yine savunulan halkın kendisine yapılan zulmün, hem de o halk tarafından halen daha görülememesi gibi…
O gün veya günler yaşandı ve bitti…
Diyemedik, diyemeyeceğiz ve dememek için de kendimizi her türlü gerçek benliğimiz ve kuvvetimizle de alıştıracağız.
Şöyle bir sağıma soluma bakıyorum da, halen daha içimizde binlercesi var bu zihniyet tarlasının ürününden. Sadece kendilerini suskunluğa ve hatta masumiyet uykusuna kaptırmışlar hepsi o kadar.
Ellerine bir fırsat geçse var ya; büyük bir çoğunluğumuzu nasıl bir şekilde çiğ çiğ yiyeceklerinin hesabını, güvenilmez katil devlet siyonist bile akıl sır erdiremez. O kadar kindar, o kadar sinsi ve bir o kadar da içten pazarlıklıdır yanı başımızdaki ve içimizdeki şeytanlar.
Daha düne kadar birbirlerine laf söyletmeyenlerin, bugün sinkaflı küfürlerin destesinde nasıl kulaç attıklarını gördüğüm zaman; kendi küfürlerime methiyeler dizesim geliyor haberiniz olsun.
Heyhat!
Nasıl bir nota içerisindeyiz ki menfaat için başımız başka kıçımız başka bir raks içerisinde.
Birileri bu durumun adını nasıl açıklar bilmem ama sadece şu an ki gidişatımızın hiç te iyi olmadığını görmek için ne yapmak lazım gelir meraktayız doğrusu.
Sadece 1 ay içerisinde altının gramında oynayan farka bakarak, bu ülkede ekonomiden bahsedecek birilerinin aklından şüpheye düşmeyecek olanlara acırım yeminle.
Elbette dünya dengesinde oynanan bir güncellemenin etkisi diye geçiştirebiliriz ama çıkarın artık şu kâinatın en büyük savaşını da, siz de kurtulun biz de…
İnsanın, her şeyin varlığının içerisinde yoklukla imtihanı ne demek?
Birileri her gün, her saat ve hatta her saniye kazanırken doymak bilmezcesine ve hatta hep bana, hep bana dercesine; başkalarının sadece var olmaya çalışması ne demek anne?
Şükür ki mezardan içeriye, öte tarafa bir şeyler götürülmüyor… Eyvah eyvah sonra ne olurdu halimiz?
Ah be annem; nasıl da masum bakıyor hayallerin, şu kirlenmiş dünyanın akıl almaz yüzüne.
Ah be annem! Böyle mi öğretmiştin bana aslolan her şeyin gerçek bir doğrudan var olduğunu.
Oysaki hiçbir şey senin bana öğrettiğin gibi çıkmadı ki. Ya sen yanlış biliyordun ya da ben yanlış anlamışım.
İnsan olduğumuzu zannettiğimiz için insanca bir yaşamayı istemek çok şey midir?
Daha doğrusu insanca yaşamanın bedeli nedir anne?
Hakan Dikmen
Uzman Gazeteci Yazar
Bir çiftlikte başlıyor her şey… 75 yaşındaki bir çiftçi, sığırlarla uğraşırken eli kapıya sıkışıyor ve derin bir kesi oluşuyor. Yaralı eli, bölgedeki doktor tarafından dikilirken, yaşlı adamla doktor arasında sıradan bir sohbet başlıyor. Ama bu sohbet, kısa sürede siyasetin iç yüzüne açılan bir pencereye dönüşüyor.
Çiftçi, doktorun dikkatini çeken bir gözlem yapıyor ve politikacılara dair düşüncesini paylaşıyor:
Gördüğüm kadarıyla çoğu politikacı direkteki kaplumbağaya benzer.”
Doktor şaşkın, “Direkteki kaplumbağa da ne demek?” diye soruyor.
Çiftçi açıklıyor: Bir köy yolunda çitin üzerinde kaplumbağa görürseniz, işte o “direkteki kaplumbağa”dır. Oraya kendi başına çıkmamıştır, zaten oraya ait değildir. Pozisyonu, iş yapma becerisinin çok üstündedir. Sen sadece, onu bu pozisyona hangi salağın getirdiğini merak edip durursun.
Ve işte siyasetin özeti burada gizli: Liyakatsiz atamalar, yanlış yerleştirilmiş liderler ve onların etrafında dönen trajikomik tablo. Liderler, görevlerini anlamadan üstlenir; görevde kaldıkça hem kendileri hem de çevreleri zor durumda kalır. Vatandaşlar ise bunu izler, eleştirir ama çoğu zaman müdahale edemez.
Direkteki Kaplumbağa ve Toplumun Sabrı
Bu metafor sadece gülümsetmiyor; aynı zamanda toplumsal bir uyarı niteliği taşıyor. Bir kişi, liyakatsiz şekilde bir pozisyonda durduğunda hem kurum hem toplum etkilenir. Yanlış kararlar, gecikmiş icraatler, hatalı politikalar… Hepsi birikiyor, büyüyor, görünmez ama maliyeti ağır oluyor.
Çiftçinin gözünden bakınca, politikacılar sadece kendi kapasitesinin çok üstünde bir yük taşıyan bireyler değil; birer “direkteki kaplumbağa” olarak toplumun sabrını test ediyor. Hem kendi dengesiz pozisyonlarında çırpınıyor hem de etrafına zarar veriyorlar.
Uyumsuz Liderler: Trajikomik ve Komik
Bazen trajik, bazen komik… Bu tablo, siyasetin ne kadar absürt olabileceğini gösteriyor. Kaplumbağa, çitin üstünde durur ama oraya ait değildir. Politikacı da benzer şekilde, kendi kapasitesinin üstünde bir görevde kalır. Vatandaş izler, yorum yapar, bazen de gülümser ama durum değişmez.
Bir düşünün: Ülkenin en kritik karar mekanizmaları, yeterlilikten uzak insanların elinde dönüyor. Kurumlar, yanlış liderlik nedeniyle yavaşlıyor; halk, yapılan hataları bedel olarak ödüyor. Ve biz, bir kaplumbağanın çitin üstünde ne işi olduğunu merak eder gibi, sürekli soruyoruz: “Bunu oraya kim getirdi?”
Çiftlikten Siyasete Taşlanan Dersler
Çiftlik, hayatın bir yansımasıdır aslında. Yanlış yerde duran şeyler, hem kendini hem çevresini zor duruma sokar. Kapı sıkışması, kesik bir el… Basit olaylar gibi görünür ama hayat dersleri saklıdır. Çiftçinin gözünden baktığımızda, liyakatsiz atamalar ve uyumsuz liderler de aynı şekilde: Kendilerini zor durumda bırakır, toplumun sabrını test eder ve trajikomik bir tablo oluşturur.
Ve bu tablo, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun. Kurumların işleyişi, karar mekanizmaları, toplumun güveni… Hepsi “direkteki kaplumbağaların” etkisi altında. Biz izliyoruz, yorum yapıyoruz, belki gülümsüyoruz ama işin ciddiyeti gözümüzden kaçıyor.
Kaplumbağaya Bakmayı Öğrenmek
Bir çiftçi bize basit ama çarpıcı bir ders veriyor: Siyasetteki yanlış atamalar ve liyakatsiz liderler, görünmez birer maliyet yaratır. Onları sadece izlemekle yetinmemek gerekir. Ara sıra çitin üstünde duran kaplumbağaya bakmalı ve düşünmeliyiz:
“Oraya kendi başına mı çıktı, yoksa yanlış eller tarafından mı kondu?”
Bu soruyu sormak, belki de siyasetteki trajikomik tabloyu değiştirecek ilk adımdır. Kaplumbağa orada duruyorsa, sebebi biz değil miyiz? Ve bu kaplumbağaları doğru yere koymak için ne yapıyoruz?
Hakan Dikmen
Gazeteci&Yazar
Pazarcı esnafına kızmak niye?
Hep aynı şeyleri biz kendimiz yapmıyor muyuz?
Aşina olduklarımıza güler yüz, sevdiklerimize iyi niyet, sevmediklerimize de arka koltuğu beşleyelim çağrısı…
Menfaat gel-gitlerinin arasında boğulmak bir yana, yediğimiz vurgunların bile daha hesabını çeteleye dökememişiz.
Sonrasında kalkmışız da “aman efendim pazarcılar, özellikle satış siyasetini çok iyi biliyorlarmış…”
Yemezler!
Pazarcıların dahi yanına çırak olamayacağı türden insanlar var aramızda. Bırakın o türden olanları çözmeyi; müsaade etmeseler, yanlarına dahi yaklaşmak mümkün olmaz.
O yüzden sağı-solu boş verip; usulünce kendi işimize odaklanıp, sadece ve sadece tadını çıkararak yaşayabileceğimiz (!) birkaç güne bakalım.
Tabii ki bunun da basamakları var.
Öyle rast gele yaşamak olmuyor elbette ki…
Hem zaten pazarcılıkta ilk kural da budur. Müşteriye “gel-gel” etmek için malın en kalitelisini en öne koyacaksın.
Böylelikle; görseldeki kalite ve güzellik hayranı olan birilerini yani bizleri tezgâha getirmek, pardon davet, sağlanmış olacaktır.
Gerisi zaten satıcının o meşhur (!) marifetine kalmış bir iş.
İtekleyebildiğiniz kadar, yine pardon; fileye atabildiğiniz kadar, kalite yoksunu olan yamuk-yumuk bir şeyler ile doldur gitsin… Şayet farkına varılır ise anında “çok özür dilerim, araya karışmış fark edemedim” geri vitesi.
Fark edilmez ise zaten, sözüm ona kısa günün kârı…
Hâlbuki
Merak edip filelerimize neleri doldurduğumuzun hesabına düştük mü? Diye sormadık hiç kendimize…
Öyle ya, bir pardon da bizden olsun o zaman; filelerin devrinin kapanıp, çoktandır poşetlendiğimizin farkına bile varamamışız biz, nerede kaldı içindekilerin hesabına düşelim.
Pazarcıları değil, kimin tezgâhına koşar adım gittiğimiz için kendimizi sorguya alalım.
Pazarcıların değil, kendimizin de içerisinde olduğumuz poşetimize; bizzat kendimizin ne koyduğuna dikkat kesilelim.
Sonradan namus edebiyatı kahramanı misali, elimizdeki nalıncı keserini işlettirmeyelim.
Değil mi ki bir zaman sonra hesaba oturduğumuzda, kendi pazarımızın satışına gelmiş olmayalım!
Sonrasında,
Demedi deme!
Hakan Dikmen

Federasyon mu, Menfaat Kulübü mü?
Malum Federasyonu yine İstanbul’da toplanıyor. Halk için tek adım atmayanlar, kendi menfaatleri için sahneye çıkıyor. Kongre mi, Menfaat Pazarı mı?
Federasyon denince akla ne gelir? Birlik, dayanışma, ortak hak arayışı… Bizde öyle değil. Bizde federasyon denince akla menfaat masası geliyor. Adı bizde kalan Federasyon. Fakirin gıpta ile baktığı, zenginlerin ise kendi imparatorluklarını pekiştirdiği bir kulüp.
Bugüne kadar işçinin, esnafın, tüketicinin hakkı için tek bir girişim duydunuz mu? Ben duymadım. Ama kendi kasalarını büyütecek, kendilerine yol açacak onlarca hamleye tanık olduk. Allah var, inkâr edemeyiz: kendileri için çok şey yaptılar.
Şimdi yine İstanbul’da bir araya geliyorlar. Sözde istişare, sözde dayanışma, sözde gelecek vizyonu… O masada hak konuşulmaz, o masada halk konuşulmaz. O masada sadece “kim hangi pastadan ne kadar pay alacak” sorusu konuşulur.
Gerçek Dayanışma Nerede?
Bunun adı kongre değil, menfaat pazarıdır.
Kürsüden alkışlarla “birlik ve beraberlik” nutukları atılır, salonun arkasında sessiz pazarlıklar yapılır.
Sonuç? Fakirin sofrasında ekmek küçülür, onların sofralarında masa uzar.
Federasyon dedikleri yapı, halkın derdini çözmek için değil, zenginlerin derdini azaltmak için kurulmuş gibi çalışıyor. Çoğu federasyon, çoğu birlik artık itibar kiralama şirketinden farksız: isimleri büyük, işleri küçük; tabelaları süslü, vicdanları boş.
Gerçek dayanışma, lüks otellerin salonlarında değil, pazar yerinde, işçinin cebinde ölçülür.
Gerçek federasyon, halkın ekmeğini büyüten federasyondur.
Ama bizdeki federasyonlar masal anlatır; halk ise o masalları dinlerken kendi hikâyesinin kahramanı olmayı bekler.
Bekleyedursun… Çünkü onlar yine İstanbul’da kendilerine çalışacak, biz yine burada seyirci kalacağız.
Hakan Dikmen
Bu şehirde, bu ülkede bazı şeyler yanlış; ama kimse sesini çıkaramıyor. Sessizlik, her geçen gün çürümüşlüğü besliyor.
Pandora’nın kutusunu kim açtıysa, belki de farkında değildi. Ama burada, bizde, kutu zaten açık ve etrafına saçtığı sorunları kimse görmek istemiyor. Hatalar, haksızlıklar, çarpıklıklar gözlerimizin önünde ama dilimiz kilitli.
Birilerinin konuşmaya cesareti yok, birilerinin umurunda değil. Sessizlik, en büyük suç ortağı olmuş durumda. Her susan, her görmezden gelen, kendi rahatını seçip vicdanını raflara kaldırıyor. Ve o kutunun içinden çıkan sorunlar büyüyor, yayılıyor, çürütüyor her şeyi.
Bu şehirde öyle bir korku var ki, hatayı dile getirmek bile tehlikeli. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş, sahte güvenlikler kurmuş. Oysa gerçekler yüzleşilmeden çözülmez. Suskunluk, çözüm değil; zehirli bir alışkanlık.
Ve kimse farkında değil; ya da farkında olup sessiz kalıyor. O kutu açılmayı bekliyor, ama açıldığı anda kimse sorumluluğu üstlenmeye hazır değil.
Belki de en büyük felaket, sesini çıkaramayanların kendi sessizliği.
Hakan Dikmen
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.