DOLAR 32,3759 0.15%
EURO 34,9784 -0.3%
ALTIN 2.324,100,21
BITCOIN 2264089-0,44%
Adıyaman
14°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK Vakti

NEŞAT GÜNDOĞDU

NEŞAT GÜNDOĞDU

23 Mayıs 2023 Salı

AYI SALDIRISI PARADOKSU

AYI SALDIRISI PARADOKSU
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Seçim gündemlerinin belirleyici konusu olan ekonomi, ne hikmetse bu seçimde hiç mi hiç gündeme gelmiyor.

İnsanlarımızın “Acaba dolar artacak mı?” diyerek, kazanç fırsatı aramak dışında ekonomiye ilgisi inanılmaz derecede yetersiz.

Tamam, kimse makro ekonomiyi, bütçeyi, faiz-kur dengesini, yatırım planlarını ya da, rezerv para konusunda dünyanın pozisyonunu anlamıyor, sorgulamıyor.

Onu zaten gözlemliyorum.

Finansal okuryazarlık konusunda ciddi bir eksikliğimiz olduğu için bu yaşananlar kabul edilebilir.

Ama kimsenin kira artışlarını, araba ve ev almak isteyenlerin elindeki üç kuruş parayı eritmeden bu rüyalarına kavuşmak için at yarısından daha hızlı bir yarış içine girmeleri gerektirdiğini sorgulamıyor olmasını epey bir garipsiyorum.

Eksikler olabilir, dönemsel problemlere dönemsel çözümler aranabilir.

Bunların hiçbirinde bir sorun yok.

Taa ki toplumun çoğunluğunun çözüm konusunda “ortak fikir”de uzlaşmasına kadar…

Peki durum böyle mi?

Hayır, pek sanmıyorum.

Seçim döneminde verilen vaatler yoluyla cebine daha fazlası girmesi için, “Yok mu artıran?”, edasıyla müzayede yöneten bir seçmen tavrı var.

Tabii bu tavır acı reçeteyi görene kadar sürer.

Daha sonra, dış güçlerin oyunları, teröristlerin saldırıları, iktidar yaptırmamak için ekonomik sabotajlar yapıldığı gündemleri, en çok izlenenler listesinden uzunca bir süre tepeden inmez.

Sorunların sistemsiz, öngörülemez ve hesaplanamaz bir ekonomik düzenden kaynaklandığını, sadece faiz artırarak hiçbir sorunun çözülemeyeceğini, daha kolektif, daha kapsayıcı, daha revizyonist yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu, bu işlere dikkat kesilen herkes anlar, bilir.

Bu yapılacaklar listesi aslında, finansal okuryazarlık eğitimi almamış, genel ekonomi konusunda da çarkların nasıl işlediğini bilmeyen insanların bile anlayacağı türden bir nitelik taşımaktadır.

Anlamayı kolaylaştıracak, işte tam da böyle bir olay yaşadık bu hafta…

Kredi kartlarından ya da mevduat hesaplarına tanımlanan kredi avanslardan nakit çekim hakkının birçok vatandaş için kaldırılması, bazıları için ise sınırlandırılması, aslında Osmanlı’nın Balkanlar’a ayak bastıktan sonra kilise çanlarından uyarı vermesi gibi uyarı veren bir durum…

Nasıl ki Osmanlı o çanları bir çaldırdığında bir daha uzunca bir zaman boyunca kimse susturamadıysa, benzer bir durum da bizler için gerçekleşmek üzere gibi görülüyor.

Alınan tedbirlerin gerekçesi, seçim ortamında oluşan kaotik, karmaşık durumdan dolayı “Türk Lirasının Amerikan Doları karşısında değer kaybedeceği inancı!..” motivasyonu ile insanların varıyla yoğuyla Amerikan Dolarına hücum etmesidir.

Marketten, bakkaldan, eş, dost, akrabalardan arayıp da, “Dolar alalım mı?”, diye sormayan neredeyse kalmadı desem yanlış olmaz.

“Bu iş buraya nasıl geldi?” kısmından ziyade, “Bari bu fırsatı kaçırmayalım!”, yaklaşımının faturası her koşulda hepimize kesilecek…

Genel dengeleri koruyamamanın getirdiği adil olmayan hızlı zenginleşme fırsatları, kapımıza gelmek üzere olan, “Ciddi bir sosyal adaletsizlik yaşandı!..” histerisinin hemen öncesi…

Hani hasta değilsindir, ama hasta hissedersin ya…

Sonra, yanındaki de senin işkillenmenden kıl kapar da, o da kendisini hasta hisseder ya…

Bildin işte!..

Tam da o toplumsal histerinin bir önceki aşamasına geldik.

Zor olan, alenen ortada olan fiziki tehdidi görmek değil.

Karşıdan bir ayı gelse hepimiz can havli ile kaçarız ya da ayıdan gelen tehdidi yok etmek için tedbir alırız.

Ya yanımıza aldığımız çifteliyi kullanıp korkuturuz, ya da bir taş alır ürkütürüz.

Merkez Bankası bizim çiftelimiz ise, nakit para çekimini durdurmak bizim taşımız.

Ayı geliyor!..

Hem de bayağı bir aç…

Çünkü, Batılıların hâlâ açıkta kalan çok parası var, ve “Bu parayla en iyi kazancı nereden sağlarım?” sorusunu merkeze alan kural, finans dünyasında olanca varlığı ile durmaya devam ediyor.

Elinde silahı olan yabancı, sizin ayı ile mücadelenizde taş ile kaldığınızı görüyor.

Ayının saldırı ile, yabancının silahı arasında tercih yapmak zorunda kalıp, hâlâ taşa razı olanlardanız biz…

Taşa güvenip ayının ürkeceğini düşünüyoruz.

Peki sizce AYI ne düşünüyor?

Bu yazı, 23.05.2023 tarihinde Milat Gazetesi’nde yayımlandı.

İlgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Devamını Oku

AKŞENER KENDİSİNİ SIKIŞTIRDI

AKŞENER KENDİSİNİ SIKIŞTIRDI
1

BEĞENDİM

ABONE OL

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik açıktan olmayan eleştirileri dün itibarıyla ayyuka çıktı.

Akşener’in haklı olduğu yerler var.

Öncelikle gerek CHP’li gerek ise DEVA, Gelecek, Demokrat ve Saadet Partili kurmayların aday seçiminde rasyonel yani akılcı değerlere göre hareket edileceğini ortaya koymuş, anketler ile parti içi temayül yoklamalarının ele alınacağını söylemişlerdi.

Meral Hanım, ortak aklın işletilemediğini söyleyerek anketlerde öne çıktığını iddia ettiği İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ABB Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın adlarını masaya sunduğunu dile getirdi.

Anketler yerine parti temayüllerini ortaya koyan bir yaklaşım pek de rasyonel sayılmaz.

Bu yönüyle sayın Akşener haklı…

Yok, haklı değilse o zaman Kılıçdaroğlu’nun belediye başkan adaylarına karşı daha fazla oy aldığı anketleri göstermesi gerekiyor.

Buraya kadar tamam ama bir de Ortak Aklı öne çıkaran Akşener’in 5 siyasi partiyi ortak akıl olarak görmemesi sorunu var.

2018 seçimlerinde ortak akıl ile ortak aday çıkarılmasını reddeden ve yekten kendisini aday olarak ortaya koyan bir Akşener’in yine benzer bir çıkışı yapması açıkça söylediği değerlerle çok da uyumlu değil.

Peki bu işin arkasında ne var?

İYİ Parti tipik sağ siyasetin parti için sert rekabetini ortaya koyan bir siyaset tüm Türkiye’nin önünde yürütüyor.

Akşener’in yapmak istedikleri ile partinin talepleri arasında farklar vardır.

Kemal Kılıçdaroğlu için de bu geçerli olsa da Kemal bey bunları bir şekilde yönetebildi.

Meral Hanım bu anlamda CHP’nin emanet vekilleriyle kurulan bir parti olması ve başta merkez parti olmak için çok yönlü ekiple çok yönlü söylem geliştirmesinin kurbanı oldu.

Önce demokratlık söylemi ortaya koyuldu ama tutmadı.

Sonra ülkücü sonra ise istibdat karşıtı söylemlerle ilerlendi ama yine yeterli karşılık bulunmadı.

Bu nedenle Sinan Ateş (muhakkak hesabı sorulması gereken vahşi bir cinayet) cinayeti gibi somut olaylara tutunmak zorunda kaldı.

Çok çetrefilli bir siyasi zemin olduğu açıkça görülüyor.

Partideki iktidarı devam ettirebilmek için daha fazla milletvekili alınmasını sağlamak da bu süreçte önemli bir hedef oldu zira “Ben Başbakan olacağım!” diyerek kendisini sınırlayan Akşener’in daha sonra bu sözünden dönmeye çalışsa da karşılık bulamadığını gördük.

En son talepler Başbakan yetkileriyle donatılmış bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı olunması noktasına kadar geldi.

Yalnız böyle bir ilan HDP oylarının Millet İttifakı’nın ortak adayından uzaklaşılması anlamına da gelebileceği için CHP tarafından açıkça desteklenmedi.

Yapılan seçim projeksiyonlarında Cumhurbaşkanı adayını çıkaracak siyasi partinin fazladan en az 4 puan fazla oy alacağı görülünce Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’den CHP’ye oy kaymasına göz yumamayacağı ortaya çıktı.

Ve o zamandan beri İmamoğlu ve Yavaş ile daha da yakınlaşan bir Akşener gördük.

Hatta Sayın Akşener bir ara alternatif olabilecek Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’a bile fırsat vermeye çalıştı.

Zira kendisini gösterdiği ve arkasında durduğu bir ismin ortak aday olması o isim CHP’li bile olsa bahsi geçen 4 puanın partisine geleceği anlamına geliyor.

Bir de milletvekili sayılarının Cumhurbaşkanı’nın kazanılması durumunda ittifak üyeleri arasında bakanlık paylaşımında etkili olması İYİ Parti’yi ve Akşener’i çıkmaz yola soktu.

Dün yapılan açıklama ile masayı dağıtmayan Akşener’in söylediklerinden çok söylemedikleri de çok önemli…

İmamoğlu ve Yavaş’ın isimlerinin zikredilerek bağımsız adaylığa cesaretlendirilmesi aslında bu iki ismin bu saatten sonra aday olmalarının tamamen önünün kapattı.

Zira bu isimlerin adaylığının kabul edilmesi diğer 5 siyasi parti yönetiminin seçmenleri nazarında büyük bir itibar kaybetmesi anlamın geleceği ortada olan bir gerçek…

O zaman ne olacak derseniz Kılıçdaroğlu’nun önünde iki seçenek var:

1-İmamoğlu ve Yavaş’ın Kılıçdaroğlu’na açıkça bağlılıklarını ilan etmeleri nedeniyle bu iki ismin Kemal Bey’in iradesi dışında hareket etmesi CHP seçmeni nezdinde itibarsız kalacağı anlamına geleceği için Kılıçdaroğlu, diğer 4 partiye de sorarak bu isimleri Başkan Yardımcısı adayı ilan edebilir ve Akşener’in “çok oy alacak senaryosunu” tamamıyla yürürlüğe koyarak Akşener’in eleştirilerini boşa çıkarabilir.

Bu durumda İYİ Parti’den CHP’ye çok ciddi bir oy geçişi olması oldukça olası bir senaryo olacaktır.

Ama bu seçenek bir kişinin bile oyunun değerli olduğu bir seçimde İYİ Parti içinde küskünler yaratabilir ve protesto oy ya da tepki oyuna neden olabilir.

Kemal Bey’in siyaset yapış tarzı nedeniyle bu seçeneği gündeme getireceğine çok ihtimal vermiyorum.

Bu senaryo Akşener’i ve İYİ Parti tabanını memnun edecek milletvekili ve bakan pazarlıklarıyla ancak gerçekleşebilir.

2-Diğer ve güçlü seçenek ise aynen 2018’de olduğu gibi tüm siyasi parti liderlerinin aday olması ve seçimin ikinci tura kalması durumunda muhalefetin tek adayda doğal bir şekilde birleşmesi şeklinde olabilir.

Muhalefetin tabanlarının birbirine küstürülmeden seçime götürülebileceği en makul seçenek bu gibi görünüyor.

Muhalefetteki bu karışıklığın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimi öne alma düşüncesini daha güçlendirdiği senaryoda görece elini daha da güçlü hale getiriyor.

Seçime kadar daha da çeşitlenecek alt senaryolar olduğunun da unutulmaması gerekiyor.

04.03.2023 tarihinde Milat Gazetesi’nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Devamını Oku

İHTİYAÇ SİYASETİ DAYATIYOR

İHTİYAÇ SİYASETİ DAYATIYOR
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Evvela acil ihtiyaçları vurgulayarak başlamak gerekiyor.

Deprem bölgelerinde hâlâ ciddi bir çadır sorunu var.

Daha gelmeyen çadırların yanında kullanılanlardan bazılarının kalitesinin düşük olması ve tabanlarının da olmaması mağduriyetleri katlıyor.

Bunların dışında bir de tuvalet ve duş sorunu devam ediyor.

Çöp ve koku problemleri de ciddiyetini koruyor.

Tabii bu bahsettiğim çoğunlukla depremin en çok vurduğu Kahramanmaraş, Adıyaman ve Hatay için geçerli…

Gelelim siyasete…

Ülkenin ekonomik olarak yüzde 10 yakın bir gelir kaybı yaşayacağı, beşeri kaybın tablosunun ise korkutucu bir şekilde ortaya çıkmaya başladığı bir zamanda depremi kendisine öncelik olarak belirlemeyen muhalefet partilerini anlamakta zorlanıyorum.

Milli Yas döneminde Meclis’in tatil olması anlaşılır bir durumken sonrasında Meclis’in tatil olmasının hiçbir mantığı yok.

Milletvekillerine Ankara’da ihtiyaç var.

Deprem bölgesi milletvekillerinin bölgeden ayrılması doğru olmasa da siyasi partilerin her ile iki şer milletvekili görevlendirmesi çalışmalarda fazlasıyla yeterli olacaktır.

Meclis’in tamamının orada bulunmasının kimseye faydası yok.

Yukarıda yazdığım gibi çadır bulmaya ya da diğer ihtiyaçları sağlamak için çabalamaya katkı sunulsa daha büyük fayda sağlanmış olur.

Tabii bunlar da milletvekillerinin işi değil.

Milletvekilleri bir an önce Ankara’ya gelerek ülkenin sorunları üzerine siyaset kurumunu işletmeye başlatmalılar…

Aksi takdirde şova dönen bu durum yeni dönemde seçilme için bir arayış olarak okunmaya başlayacak…

Zira grup toplantısı yapacak kadar normalleşebiliyorsak Meclis’i tatil etmenin bir anlamı yok.

Gelelim grup toplantılarına…

Kemal Kılıçdaroğlu, “zihniyeti dönüştürme” özetiyle tamamladığı kısa bir konuşma yaptı.

Tespitler doğru ama siyaset kurumunun söylem ve nutuk çekme yerine çözüm üretmesi ya da çözümün bir tarafında yer alması gerekiyor.

Lafa gelince “Yapalım, edelim!”, icraata gelince “Ben onunla konuşmam, masaya oturmam.” böyle siyaset yapılmaz.

Şöyle 100 yaşında falan olsam yaşıma yapılacak hürmete güvenerek tutacağım kulaklarından iyice, bir hırpalayacağım tüm bu siyasetçileri ama neyse…

Anlarlar artık umarım…

Kılıçdaroğlu ve Akşener’in grup toplantısındaki konuşmalarının eksiği var fazlası yok.

Eksiğini de söyleyeyim.

CHP ve İYİ Parti’nin depreme ilişkin hiç mi hazırlığı yok da çıkıp bunları kürsülerden sallayarak vatandaşlara göstermiyorsunuz?

Vergi barışı, imar barışı, varlık barışı ile vatandaşı küstürmemek adına, kaş yapayım derken göç çıkarıldı.

Tamam herkes bunda hemfikirken, iktidar tablonun vahametini görerek tüm ülkeyi depreme dayanıklı hâle getirecek dönüşümü dile getirmeye başlarken muhalefetin daha bu noktaya gelememesi çok garip.

CHP’li Gürsel Tekin’in 2008 yılında bilim insanlarıyla birlikte yaptığı kapsamlı bir deprem sempozyumu var. Yüzlerce sayfalık bir çalışma çıkmış.

Eksiği veya unutulanları olabilir.

Ama CHP’nin kurumsal yapısı içinde iyi kötü bir çalışma var.

Neden bunlar üzerinden çıkıp da “Bu siyaset üstü bir mesele, herkesle konuşarak bu ilkeler ışığında dönüşümü sağlayalım.” denilmez.

Veyahut bunun siyasi kazanımı göz ardı edilir de “Bu ülkenin deprem sorununu biz şu planlarla çözeriz.” denilmez, bir türlü anlamıyorum.

Çalışıp bir rapor yapınca iktidarın bunu kopyalamasından mı korkuluyor?

Korkmayın kardeşim, İkinci Yüzyıl ya da faturalar, EYT, KYK borçları konusunda nasıl ki muhalefet söyledi, iktidar yaptıysa yine aynısı olabilir.

Seçimlerde vatandaşın bu duruma tepkisinin ne olacağını nereden biliyorsunuz?

Azıcık çalışın Allah aşkına ya…

Muhalefette amacı ve hazırlığı olan dört parti görüyorum.

Ola ki yürütmeyi alsalar ne yapacaklarını bilen bu dört parti bugün belki anketlerde çok büyük oy alacak gibi görünmese de seçimlerde sürpriz yapabilirler.

Ali Babacan liderliğinde DEVA Partisi’nin liberal ilkeler ile ülkeyi yönetme yaklaşımı öne çıkıyor.

Muharrem İnce liderliğinde Memleket Partisi’nin ortak akıl ve bilim ile ülkeyi yönetme yaklaşımı var.

Ümit Özdağ liderliğinde Zafer Partisi’nin göçmen merkezli bir güvenlik politikası yaklaşımı birçok sorunun çözümünü sağlıyor.

Fatih Erbakan liderliğinde Yeniden Refah Partisi’nin Milli Görüş merkezli küresel İslam Birliği yaklaşımı ile ekonomik pazar oluşturarak geleceği dizayn etmeye götürüyor.

Muhalefetteki siyasi partiler içerisinde ne yapacağını bilen ve hazırlığı olan partiler bence bunlar…

Ne İYİ Parti’nin ne de CHP’nin hazırlıkları yeterli değil.

CHP sosyal meselelerle İYİ Parti de ekonomi kurmaylarının sağlam projeleriyle yol yürümeye çalışıyor.

Ama bu kadar oy alan partilerin daha fazlasını yapabilmesi gerekiyor.

Türk siyaseti bundan daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.

GEREKSİZ BİR SEÇİM TARTIŞMASI

Erken seçim gündeminin gelen haberlere rağmen rafa kalktığını söylemek gerekiyor.

Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuyu dile getirmemiş olması da erken seçim ihtimalinin bittiğine işaret ediyor.

Seçimin ileri tarihe atılması ise hukuki olarak zaten mümkün değil.

Bülent Arınç’ın açıklamaları sadece toplumu geriyor.

Seçimlere gölge düşürmek toplumu da siyaseti de zora sokar.

Bu polemikler yerine siyasetçilerin projelerini konuşturması gerekiyor.

Günlerin bir bir geçtiği polemiklere takılınca ülkenin sorunları bitirilmiş olmuyor, hatta yaklaşmıyoruz bile…

Biraz sorumluluk lütfen.

YANILAN TAHMİNLERDE YENİ SENARYO

İçeride deprem ve seçim ile yeniden imar gündemi konuşulurken dışarıda ise epey hareket var.

Rusya’nın nükleer silahları azaltma anlaşmasından (START) çekilmesi tüm dünyada nükleer bir savaş konusunda verilen sert bir uyarı olarak algılandı.

Yalnız ABD Başkanı Biden’ın Rusya’nın nükleer silah kullanamayacağına ilişkin ilginç bir güveni var.

Rusya saldırmadan önce Ukrayna’ya kesinlikle girmeyeceğini söylüyordu ve aksini yaptı.

Şimdi ise “Gerekirse nükleer kullanırım” diye tehdit etmeye başlayarak nükleeri kullanamayacağı düşüncesine kapılmak pek akıllıca olmasa gerek…

Bu mesele Türkiye’nin yakın kazanda Karadeniz konusunda yeni adımlar atması seçeneğini gündeme getirebilir.

Kuzeyde işler karışırken bir de güneyde atılımlar olduğu haberleri gelmeye başladı.

Rusya, İran, Suriye ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının bir araya geleceğine ilişkin yurtdışı kaynaklı haberler var.

Böyle bir haber sanırım artık Türkiye’de kimseyi rahatsız etmez.

Saklanmasına gerek yok.

Türk Hükümeti kartlarını açık oynamalı…

Ülke içindeki Suriyelilerin de takip edebileceği şeffaf ve öngörülebilir bir süreç yönetimi hem sınır barışını hem de kontrollü göçü kolaylaştırır.

AB ile bitmeye yakın ilişkilerimize rağmen Geri Kabul Anlaşmasını kaldırmayacağımız açıkça görülüyor.

O zaman zaten depremle büyük bir beşeri yıkım yaşayan, ekonomik kriz ile bu yıkımı daha da derinleşecek bir ülkenin artık üzerindeki yükleri bir yerlere atmasından başka çaresi yok.

Kimse hor görmesin geç kalmış bir adım…

SUÇLU ARANIYOR

Yurtdışına kaçarken yakalanan müteahhitleri izlerken Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın suçlu olan tüm siyasetçilere ilişkin “yargılansın” çıkışı dikkat çekici…

İstifa kültürü olmayan, herkesin her şeyi kendisine hak gördüğü bir toplumda adaletin keskin kılıcı olmadan düzen sağlanamaz, gönüller rahatlatılamaz.

Yoksa siyasetçilere bu işi bırakacak olursak on binlerin ölümünün sorumlusunun inşaatlarda çalışan birkaç kalfa ile ameleye kalacağı ortada…

Kimse kafasını kuma gömmesin.

Hesap verilmeden olmaz.

25.02.2023 tarihinde Milat Gazetesi’nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Devamını Oku

KAMU VİCDANI RAHATLATILMALI

KAMU VİCDANI RAHATLATILMALI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT), emeklilik hakkının verileceğini öğrendiği andan itibaren ve sözleşmeli kadrodakilerin kadro taleplerinin karşılanacağının açıklanmasından bu yana telefonlarım susmadı, eposta kutum rahata ermedi.

“EYT ne zaman çıkacak? Staj yapanların girişi kabul edilecek mi? Daha önce sigortasız çalıştırıldığından dolayı EYT’ den faydalanamayacaklara ne gibi çözümler sunulacak?” diye soruları sıralayan “EYT’ den faydalanamayanlar”ın derdi büyük…

Bazıları da tam tersi yönden baktı meseleye…

“Bu kadar insanın emekli edilmesi kaliteli iş gücü kaybına neden olmayacak mı? Sosyal Güvenlik Sistemi üzerine binecek bu kadar emeklinin mevcut emeklilerin maaş alamayacağı bir çöküşü getirmesi mümkün mü? Maaş bağlayacaklar ama bağlama oranları mağduriyetin başladığı zamanlardan bu yana epey düştü, bu haksızlık nasıl giderilecek?” diyorlar.

Durmuyorlar, soruyorlar. Ben de tuttuğum kamu görevlisine, bürokrata sorup cevaplar almaya çalışıyorum.

Tam bu arada Meclis’ten gelen açıklamalarla EYT’nin rafa kalkacağı ya da seçimden sonraya bırakılabileceği algısı iyiden iyiye kamuoyunu sarmaya başladı.

Sorunları çözen bir duruştan, sorunları bekleten bir duruşa mı geçiliyor, düşüncesinin önünde duracak hiçbir dedikodu, hiçbir müjde haberi yok.

Halk somut adım istiyor.

Bir de şu sözleşmeliler yok mu?

Oradaki sorun ise apayrı…

Normalde kadro karşılığı sözleşmeli personel alımının bir karşılığı vardı.

Alınan kişiler, belli konumda ve sadece belli konuda çalıştırıldığı için pek sorun olmuyor, üstelik alınanlar zaten KPSS şartı gibi kadroya giriş şartlarını sağlamak zorunda olduğu için kadroya geçiş talepleri meşru kabul ediliyordu.

Ama belediyelerin bir anda bu imkândan faydalanarak kadro alması her şeyi değiştirdi.

Belediyeye alınan sözleşmeli personellerde KPSS gibi herhangi bir eleyici memuriyet şartı aranmıyor.

Bu nedenle kamuda açıkça bir soruna neden olan bu durum, devletin liyakat noktasındaki yaklaşımını da zora sokuyor.

Muhalefet belediyelerindeki durumun da bu kapsama alınması “benim belediyem senin belediyen” kavgasına neden olmadan teklifin tepkisizce Meclis’e gelmesine ve komisyon görüşmelerine başlamasına yol açtı.

Kamunun vicdanın rahatlatılması ve liyakat düzenini bozulmaması ülkemizin geleceği için çok önemli…

Ben demiyorum ki, belediye çalışanları kadroya alınmasın.

Tabii ki onlar da kadroya alınsın ama en azından KPSS gibi bir sınava tabi tutulsun.

Aksi takdirde ortaya çıkan durumun hem kamu hem de kamuoyu vicdanında açacağı yaraların ceremesini çekeriz.

PTT’de İdari Hizmet Sözleşmesiyle (İHS) çalışan 11 bin 267 çalışanın kadroya alınacak ekibin içine dâhil edilmemesinin oluşturduğu hak kaybını da göz ardı etmemek geriyor.

Bu zaviyeden bakınca Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) eksik bile olsa en azından “makul ve kabul edilebilir” bir adalet ve liyakat sağlıyor.

Bu nedenle iyisiyle kötüsüyle sınava giren herkesin kadro almasının hakkaniyetli olacağı gibi sınavsız sözleşmelileri de kadro alabilmek adına bir sınavdan başarılı şartının koşulması yine adaletli olacaktır.

Meclis’te yıllarca memur gibi çalışıp görev yapan bir avuç insanın da bu kadroya geçirme sürecine eklenmesi yine bir hakkın teslimi olacaktır.

EV FİYATLARI YİNE UÇTU

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ortak açıkladığı Yeni Evim Konut Finansman Programına başvurular başladı.

Başladı başlamasına da lansmandan bu yana bahsi geçen fiyat sınırları, evlerin fiyatlarını bir anda artırmaya yetti.

İlk etapta yüz bin aileye sıfır evler için verilecek kredi desteğinde belirlenen sınırlar işi bozan taraf oldu.

Hadi İstanbul’u geçtim.

İkinci grupta yer alan Ankara, İzmir, Muğla, Antalya, Bursa, Mersin için verilen 3 milyon üst sınır desteği artık alt sınır oldu.

2 milyon lira ya da biraz aşağısı veya yukarısında yer alan tüm evlerin fiyatları 3 milyona yanaştı bile…

Acil çözüm gerekiyor. Verilecek desteğin kapsamı metrekare fiyatı üzerinden verilmeli…

Yoksa iş çok garip bir noktaya doğru gidiyor, benden söylemesi…

BORSA İŞLERİNE FARKLI BAKIŞ

Bu aralar Borsa İstanbul’u (BİST) çok fazla konuşuyoruz.

Kazananlar, kaybedeler…

Oyun içinde oyun olduğunu söyleyenler, hatta çok ciddi iddialar falan…

Serbest piyasanın en serbest noktasında, kazancı görünce ses etmeyip zarar ortaya çıkınca konuşmaya başlamak tutarsızlık ve finansal okuryazarlık eksiğinden başka bir şey değil.

Bu nedenle Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD)’nde verdiğim finansal okuryazarlık dersinin YouTube’da yer alan EMD Medya Okulu’nda ihtiyaç duyanların hizmetinde olduğunu hatırlamayı kendime borç biliyorum.

EMD’den bahsetmişken bu kurumun 87’den itibaren ekonomi camiasında ciddi bir karşılığı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Her pazartesi çay ve simit sohbetleri de bu kapsamda Ankara’daki ekonomi gazetecilerinin ekonomi gündemlerinde de epey yer ediniyor.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Ürün İhtisas Borsası (TÜRİB) Genel Müdürü Ali Kırali, EMD üyelerine kapsamlı bir sunum yaptı.

Ben de kafamdaki birçok soruyu sorma fırsatı buldum.

Şu ana kadar tahıl merkezli bir yol alsalar da üretici ile tüketiciyi lisanslı depolarda bulunan tahıl ürünleri dışında her üründe bir araya getirmek istediklerini öğrendim.

Hani bir ara çok gündem olmuştu ya, doktorlar senetlerle buğday, arpa alıp fiyatları yükseltiyor, diye haberi hatırlarsınız.

Kırali, bunun çok gündem olduğunu ve mevcut ticaretin yüzde 1’nin bile oluşturmadığını söyledi.

Bu aralar borsadan çok para kaybeden var.

Yatırım tavsiyesi olmadan kendi görüşlerimi paylaşacak olursam TÜRİB üzerinden emtia stoklamak ve bunların borsada işlemesi daha yerinde ve mantıklı bir yol olabilir.

BİST’te enflasyonun bozduğu bilançolarla uğraşmak yerine gümüş, lityum, radyum gibi çip ve elektrikli araç teknolojisinin ihtiyaç duyduğu en temel ürünlere uzun vadeli yatırım yapmak çok daha yerinde olacaktır.

Üstelik bu ürünlerin tüm dünyada ABD doları üzerinden fiyatlandığını da unutmamak geriyor.

Türev işlemler piyasasında gıdanın yer almasının ülkemiz adına büyük bir risk oluşturduğunu söylerken borsada işlem gören hububatta TMO’nun regülatör olarak bağımsız davranışını güvence altına almak amacıyla Merkez Bankası gibi özel bir yasaya ihtiyaç duyduğunun altını çizdim.

Fikirlerimin piyasa yapıcılarda anlamlı karşılık bulduğuna sevinirken finansal piyasalardaki derinleşmenin öyle kolay olmayacağını, yatırım araçlarının dijital para ile birlikte gelecek bir kayıt dışılığı yok etme sürecinden besleneceğini tekrar gözlemledim.

Paranın geleceği dijitalde…

Dijital paranın borsadaki manipülasyonları da bitireceğine olan inancımın kanun yapıcılar tarafından da kabul edileceği o günü sabırsızlıkla bekliyorum.

Türkiye’nin geleceği ölçülebilir ve hesaplanabilir bir sistem kurmayla çok daha parlak bir hâle gelecektir.

Yine benden söylemesi…

17.01.2023 tarihinde Milat Gazetesi’nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Devamını Oku

CHP’DE MİRAS KAVGASI

CHP’DE MİRAS KAVGASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Saraçhane mitinginde CHP Genel Başkan Yardımcılarının otobüsün üstüne çıkmaması bu temkinli ve tepkili tavrı göstermişti.

Aynı yerde bir gün sonra Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın üyeleri ile ortak bir dilin geliştirildiği miting yapması İstanbul Belediye Başkanı’nı aslında bir nevi Altılı Masa’nın belediye başkanı hâline getirdi.

Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Merkezinde yaptığı yılsonu değerlendirme toplantısında başka partilerin iç işlerine karışılmaması gerektiği açıklamasıyla kulislerde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in İmamoğlu’na yakın durması nedeniyle bu eleştirinin dile getirildiği düşünüldü.

Bu eleştiriye rağmen Saraçhane’de İmamoğlu’nun Altılı Masa’nın “ortak mağduru” gibi gösterilmesi başlı başına büyük bir çelişkiyi beraberinde getiriyor.

Bir de üstüne CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu’nu grup toplantısına davet etmesi Ankara kulislerine epey hareketlendirdi.

İmamoğlu’nun konuşturulmaması ama Meral Akşener’in ile İmamoğlu arasındaki “abla-kardeşi” ilişkisine nispet yapar gibi “Ben Ekrem İmamoğlu ile baba oğul ilişkisi içindeyim. Kendisi CHP’nin evladı olduğu kadar benim de evladımdır.” sözlerinin sarf edilmiş olması çok dikkat çekti.

“Oğlum” ifadesi sadece Akşener’e verilen bir cevap olarak okunmamalı…

Kulislerde İmamoğlu’na, Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda acele etmemesi gerektiği ve Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek Kılıçdaroğlu sonrası dönemde CHP Genel Başkanlığı için fırsat aranması telkininde bulunulduğu ifadeleri dolaşıyor.

Bu zaviyeden bakılınca “oğul” ifadesi aynı zamanda, babanın mirasına sahip çıkacak kişi olarak da değerlendirilebilir.

Sayın İmamoğlu, kendisinin de vurguladığı gibi hem yaşının genç olması hem de CHP tabanında karşılık bulması; kendisini CHP için genel başkan adayları arasına sokan doğal bir durum oluşturuyor.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun da İstanbul’dan gelmesi ve İstanbul’un Türk siyasetinde önemli bir yer tutması göz önünde bulundurulunca İmamoğlu’nun ağzına bal çalındığı düşüncesi akla geliyor.

Tabii Sayın İmamoğlu bu bala kanmamış olacak ki Fatih Altaylı’nın programında “Kendimi aday görmek gibi bir hadsizlik içinde değilim ama takımın sahaya çıkarabileceği bir oyuncuyum. Bu net!” ifadesini kullanarak niyetinden vazgeçmediğini deklare etti.

Baba-oğul ilişkileri zordur.

Niyetler açık edilmez.

Oğullar, her daim babalardan “isteyen”; babalar da, her daim oğulları için “yol açan” olur.

Kılıçdaroğlu’nun “oğlum” dediği İmamoğlu’ndan “babalık” yapmasını isteyerek adaylıktan geri çekilmesi talebi, CHP tabanından tepki görse de buna rağmen adaylık konusunda usul olarak Kılıçdaroğlu’nun hakkı konusunda herkes hemfikir…

Lakin bu süreç, CHP kendi içinde birçok yeni dinamiği harekete geçirdi.

CHP Genel Başkanlığına talip olan CHP’deki birçok ismin, bu zamana kadar Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı adaylığına şevkle “ittikleri” bir süreci izledik.

Kılıçdaroğlu, bir anda oğul söylemi ile CHP Genel Başkanlığı için İmamoğlu’nu güçlü bir aday olarak sahaya sürmesi CHP’de birçok kişiyi rahatsız etti.

İmamoğlu’nun “CHP’nin evladı” rütbesiyle payelendikten sonra CHP Genel Başkanlığı için potadaki adayların derin bir sessizliğe girdiğini görüyorum.

CHP’de şu an, tavır değişikliği iyiden iyiye herkese sirayet etmeye başladı.

Eğer, Kılıçdaroğlu aday olursa İmamoğlu Genel Başkanlık için güçlü bir aday olacak.

Tabii mahkumiyetle biten birinci derece yargılama sürecinin tamamlanması bu noktada çok belirleyici olacaktır.

Mahkumiyet kararı savcının isteği ile yükseltilir ya da mevcut karar olduğu gibi kalır ve İstinaf ile Yargıtay süreçlerinde onanırsa CHP Genel Başkanlığı için İmamoğlu’nun potaya girmeden potadan düştüğünü görülür.

Muharrem Sarıkaya’nın yazdığı iddia burada ilginç bir karşılık buluyor.

İddiaya göre Kılıçdaroğlu’nun diğer başkanlara sunduğu “Genel Başkanlar milletvekilliğinden vazgeçsin ve Ortak Cumhurbaşkanı Adayının Cumhurbaşkanı Yardımcıları olsun.” teklifi karşılık bulmamış.

Masadan aldığım bilgiler bu meselelerin hiç masada konuşulmadığı yönünde olsa da iddia benim analizimde yer bulabiliyor.

Çünkü Kılıçdaroğlu’nun hem Genel Başkanları hem de İmamoğlu’nu paylayabileceği tek senaryo bu…

CHP kimsenin tek başına sahibi olacağı kadar küçük olmasa da kavgasının öyle kolay bitmeyeceği kadar büyük bir parti…

Hizipler, taraflar, hesaplar adaylık sürecinde Kılıçdaroğlu için ayrı bir baskı aracı olarak sahada görünmeye başladı.

Bundan sonra CHP içinde kurulacak dengeler ortak aday konusunda çok belirleyici olacak.

Akşener’in sert çıkışı ve İmamoğlu’nun ortak oylarla seçildiği söylemi İYİ Parti’nin etki alanını hala korumak istediğini gösteriyor.

Her liderin bağımsız aday olma senaryosu masada olsa da bu senaryo artık tamamıyla Akşener’in atacağı adımlara bağlı olacak…

CHP’nin içinde birçok el var.

Bakalım kimin eli daha uzunmuş, görelim…

24.12.2022 tarihinde Milat Gazetesi’nde yayımlanan yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.