26 Eylül 2025 Cuma
İşgal Gazze'de soykırımını sürdürüyor, şehit sayısı 4 bin 385'e yükseldi
HER YAŞAM DENEYİMİ BİZLERİN AKIL YOLUNA IŞIKTIR
AKEDAŞ, 4x4 Arazi Araçları ile Araç Filosunu Güçlendiriyor
ALKAYIŞ VE YAKLAŞAN SEÇİMLER
Belediye karar aldı: Yere çöp atanlara 14 bin lira ceza - Videolu Haber
GÖLGE SAVAŞLARI- DEPREMLER, YANGINLAR, FELAKETLER
Adıyamanlılar siyasilerden, atanmışlardan, yetkililerden ne istiyor acaba?
Depremde hak sahibi olamamış, evsiz vatandaşlar sosyal konutlar istemiyor. Okula giden çocuklarına okullarda bir öğün yemek desteği istemiyor. Üniversiteye giden öğrencilerine burs istemiyor.
Engelli yaşam merkezleri, sosyal marketler, halk ekmek, parklar ve sosyal tesisler, emeklilere aşevi, ısınma desteği, Karadağ’dan şehir merkezine teleferik, şehir içi raylı sistem, sabit, kapalı semt pazarları, küçük sanayi sitesi ve orta ölçekli sanayi sitesi, kütüphane, etüt merkezleri ve kültür merkezi, çevre yolları, alt-üst geçitler, battı çıktılar, akıllı kavşaklar, yeşil alanlar, yürüyüş ve bisiklet yolları, kreşler, sığınma evleri istemiyor.
Yeni organize sanayi, istihdamı arttıracak projeler, turizmi geliştirecek çalışmalar, tarımsal sulama kanalları, şehir hastanesi, duble yollar, demir yolu, hızlı tren, yeni fakülteler, yurtlar, müze, atölyeler, fabrikalar istemiyor.
Adıyaman Sporun bırakın süper lige çıkarılması, 3. Lige çıkarılmasını da istemiyor. Stadyumun olmaması da kabul edilebilir.
Peki, ne istiyor Adıyamanlı vatandaş?
Sadece yaşamak için musluklarında akan temiz su ve nefes alabilmek için tozsuz topraksız temiz hava. Vatandaş sadece yaşamak istiyor. Yolların çukur olmasını bile çok takmıyoruz. Yapılan deprem konutları, işyerlerinin dağıtılmaması aklımızın ucundan geçmiyor. Önemli değil bir gün dağıtırlar.
Bizim öyle çevre illerle yarışmak, onlarda yapılanlardan istemek gibi bir halimiz, takatimiz, lüksümüz yok.
Şu an Nemrut’u başkaları almış, barajlarımızdaki suları başka yerlere taşımak için kilometrelerce kanalların yapılması umurumuzda değil.
Özetle seçilmişlerden, atanmışlardan istediğimiz iki şey var gerisini isteyene verin; temiz su ve temiz hava…
Sağlıkla kalın…
Kışın kar, yazın doğadaki yüzlerce çeşit çiçeklerin hâkim olduğu muhteşem coğrafyanın adıdır Karlıova.
Yolumu düşürdüm bu diyarlara vatan aşkına, torun sevgisine, evlat özlemine yenik düşerek.
Yurdumun her bir köşesi ayrı güzel. Bazen zümrüdü andıran kar, bazen dağların zirvesinde izlenen güneş, bazen rengârenk çiçekler, bazen geven, bazen tarihi mekânlar…
Bazen de insanların güzelliği cezbeder ruhları; tatlı şivesi, misafirperverliği, mertliği, kültür ve inançlarına bağlılık…
Bazen de son zamanlarda gastronomi diye adlandırılan damak tatları cezbeder; Kavurması, balı, peyniri, balığı, ayranı…
Ben önce dağlarına vuruldum Karlıova’nın. 3 bin 250 metre yükseklere uzanan Bingöl Dağlarının Kale Tepesi ve burada izlenen güneşin doğuşu. Yazın çiçekleri, kışın karın parlaklığını okşayıp doğar burada güneş.
Kahtalı Mıçe okuduğu bir şiirde diyordu ya; “Duydum şeytan dağında bir büyücü yaşarmış; Aşka inanmayanları büyürler, kara sevdalı yaparmış; İçerisindeki yenilginin acısı, yollandım şeytan dağına; Az gittim, uz gittim, bir hayli zaman sonra vardım büyücünün mağarasına. Dedim bir halden bilmeze düştüm, al varımı yoğumu bir büyü yap ta, anlasın kara sevdanın ve yalnızlığın ne yaman şey olduğunu…” İşte bu Şeytan Dağı’na yaslamıştı sırtını Karlıova. Bingöl, Şerafettin, Çavreşi, Kartal ve Hirhal dağları kucaklar bu ovayı.
Her bir ovası, yaylası, deresi, akarsuyu, gölü bu coğrafyayı yaşanılır bir yurt haline getirmek için mücadele eder bir biriyle.
Ve buranın insanını sevdim. Selamlaşmanın unutulduğu, komşuluk bağlarının zayıfladığı, örf adetlerin rafa kaldırıldığı bu zamanda buranın halkı karşılaştıkları her insanla selamlaşıyor, tebessüm ediyor.
Serin havanın da etkisiyle çay ocakları dolup taşıyor. Hatta öyle ki, çay ocaklarına uğramayan insanlara makbul gözüyle bakılmıyor. Kimse kimseyi rahatsız etmeden, oyunun hiç biri oynanmadan, sohbetin ve çayın dibine vuruluyor.
Buranın en değerli, kıymetli, saygın insanı kadınlar. Kadınlara oldukça hürmet ediliyor. Onların geçtiği yöne bakılmıyor bile. Ve kadınlar işleri yoksa çok ta sokaklarda dolaşmıyor.
Ölen biri varsa işyerlerinin büyük çoğunluğu kapanıyor. Özellikle komşuları işlerini bırakıp yasa dahil oluyor. Diriye sevgiyi, ölüye saygıyı esirgemiyorlar. Hele yabancı baş üzerinde tutuluyor.
Karlıovalılar Türkçe ve Kürtçe konuşuyorlar. Hangi dilden konuşsalar dilleri ona yakışıyor. Çünkü konuştuklarında samimiyet var. Tıpkı karakovan balı gibi, yaylımdaki bir hayvandan sağılmış taze süt gibi, lavaşa dürüm yapılmış kavurma gibi.
Ters lalesi, kengeri, kekiği, mantarı doğanın bahşettiği binlerce nimetten sadece bazıları, serin ve hoş havası ile insanı kendine aşık ediyor.
Selam olsun yurdumun cennet köşesine…
Fahrettin Çelik
Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp, İsrail’e “daha ciddi” yaptırımlar uygulanmasına yönelik önerisi reddedildiği için istifa etti.
Daha önce 5 yıl ülkesinin İsrail Büyükelçisi olarak görev yapmış olan Veldkamp, İsrail’e baskı uygulayabilmek için “daha ciddi ek önlemler” alamadığı için görevinden ayrıldığını duyurdu.
Velkamp’ın istifa kararının ardından partisi Yeni Toplum Sözleşmesi (NSC) de koalisyon hükümetinden ayrılma kararı aldı. Bu kararla, Veldkamp’la birlikte sekiz bakan daha görevini bırakarak hükümetten ayrılmış oldu.
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 63 bin civarında, yüzbinlerce yaralı ve sakat var. Yüzbinlerce insan evlerinden yurtlarından edildiler. Evleri, hastaneler, okulları yıkıldı. Gazeteciler öldürüldü. Yabancı uyruklu vatandaşlar bile bu saldırılarda nasibini aldı.
Ve sözün bittiği yerdeyiz. İsrail açlığı silah olarak kullanıyor. Birleşmiş Milletler Gazze’de ‘kıtlık’ ilan etti. İki buçuk milyon insan ölümünü beklemekte. İsrail-ABD güdümlü “Gazze İnsani Yardım Vakfı” tarafından kurulan sözde yardım dağıtım noktalarında Filistinliler hedef alınarak, acımasızca öldürülüyorlar. İnsanlar yerlere dökülen toprak içindeki unu ayıklamaya çalışıyorlar.
Yeryüzünde her 4 kişiden biri Müslüman. 60’a yakın devlet Müslüman ülke olarak kabul ediliyor. Birçok ülkede de Müslümanlar yaşamaktadır.
Manzara bu yazdıklarımdan bile daha vahim iken cübbeli, sarıklı, sakallı, cami önlerinde poz verip, ne işe yaradığını bilmediğim “kınama” ile vicdanlarını rahatlatan, vatandaşlarının gazını almaya çalışan sözde Müslüman ülkelerin yetkilileri mi makbul, yoksa dindaşları bile olmayan, belki çoğunun gözünde cehennemlik olduğunu düşündüğü Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp’mi makbul.
Kimin cennete gidip kimin cehenneme gideceğini ben bilemem, onu yüce yaratanımız bilir ama benim bir ceza verme yetkim olsaydı; insanlık adına mevki, makam ve menfaati elinin tersi ile iten Veldkamp’ı sorgusuz sualsiz ödüllendirir, diğerlerini en ağır bir şekilde cezalandırırdım.
Biz insan olarak görevimizi yapmıyoruz/yapamıyoruz. Yardım yapabilme kanallarımız bile kapalı. Dolayısıyla biz evlerimizde karnımız tok, yumuşacık yataklarımızda uyurken, binlerce çocuk açlıktan ölüyorsa, yaşlıların kadınların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, evleri başlarına yıkılıyorsa, aklıma Furkan Suresi 44. ayet geliyor.
Cenabı Allah, “Yoksa (Ey Resulüm), onların çoğunu, hakkı işitiyorlar veya hakkı anlıyorlar mı zannediyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler. Doğrusu gidişçe daha sapıktırlar” buyuruyor.
Fahrettin Çelik
Usta kalem, Eğitimci – Yazar değerli abim Cuma Karataş, “Fırat’ın İki Yakası” isimli romanımızı değerlendirmeye devam ediyor. Cuma kocam, bölgemizin kanayan yarası kan davası ve dağılan, hatta bir birine düşmen olan aile bireylerinin durumlarını harflere sığdırmaya çalışmış. “Fırat’ın İki Yakası” isimli romanımızı ise bu düşüncesinde bir anlamda kaynak göstermiş. İşte hocamızın yazısı…
Fahrettin Çelik’in romanında öldürülen ağabey ile öldüren eşi arasında sıkışıp kalan Hazal’ın öyküsü anlatılır. Hazal genç yaşta dört çocukla bir başına kalan bir kadındır. Hacı ondan küçük ve bekâr bir delikanlıdır.
Uzaktan akrabası Hazal ile evlenir. Hazal yetim çocuklarına öz baba gibi bakar. Hazal’ın abisi Hasan’ın oğlu Hamit’in kendisini dövmesi üzerine gece bekçisi eşi Hacı’yı ısrarla oraya gidip Hamit’e ve annesine derslerini vermesini ister. Hacı gitmek istemez ama Hazal onu çok zorlar. Hacı; Hamit ile tartışır. Hamit bıçakla saldırır. Hacı; Hamit’i korkutmak için silahını çeker. İstemeden öldürmek niyeti olmadan kazayla Hasan’ı ayağından vurur. Hasan ölür.
Hacı hapse düşer. Üç yıl sonra afla çıkar. Hazal; Hacı ile birleşir. Adana’ya göçerler. Adana’da Hacı’nın öldürülmesine Hazal da yardım eder yeğenlerine…
Hazal’ın yerinde kimse olmak istemez tabi… Zor bir seçimdir. Çoğumuz da Hazal’ı lanetlemişizdir. Gerçeklik payını düşünürüz. Bir kadın kendisine bu kadar destek olan bir eşi öldürmeye yardım edebilir mi?
Çoğumuzun bildiği Bey Velet diye bir Barak ağzı türkü vardır. Türkünün öyküsü de böyle bir olaya dayanır.
Eski zamanlar geçer bu öykü… Bey Velet Antep’ten Maraş’a gider. Yaptığı bir suçtan dolayı yakalanıp zindana atılır. Cezası idamdır. Haber Antep’te duyulunca Bey Velet’in oğlu ve eşinin kardeşi Maraş’a gelirler. Bey Velet’i kurtarmak için çabalarken onlar da yakalanır, zindana atılır. Onlar da idam edilecektir.
Bey Velet’in karısı eşini, kardeşini ve oğlunu kurtarmak için evindeki bütün değerli altını, gümüşü atın heybesine doldurur. Maraş’a gider. Valinin karşısına çıkar. Heybelerindeki altını, gümüşü valinin önüne koyar.
“Bunların hepsi senin! Eşimi, oğlumu ve kardeşimi bırak!” der. Vali önündeki hazineye bakar. Vazgeçilecek bir rüşvet değildir. Vali düşünür; “Ben bu hazineleri alırım ancak bir kişiyi serbest bırakabilirim.” der.
Kadın düşünür. Valinin önerisini kabul etmek zorunda kalır. En azından birisini kurtaracaktır.
“Vali kimin kurtulmasını istiyorsun?” diye sorar;
Kadın sesli düşünür; “Eşim ölürse yeni bir eş bulurum. Ondan çocuklarım da olur, Erkek çocuğum da olur. Ancak kardeşim ölürse annem bu yaştan sonra bana nerden kardeş doğuracak? Vali bey kardeşimi bırakın!” der.
Usta kalem, onlarca eseri çok baskılar yapan Eğitimci – Yazar değerli abim Cuma Karataş, “Fırat’ın İki Yakası” isimli romanımızı değerlendirmiş. Yazı hayatımda beni cesaretlendiren, motivasyonumu arttıran, belki ileride yeni eserlerin yazılmasına vesile olan bu değerli makale için şükranlarımı sunuyorum.
FIRATIN İKİ YAKASI
Fahrettin Çelik; Fırat’ın İki Yakası romanında kan davası konusunu işliyor. Kan davası doğu, güneydoğu coğrafyasının önemli kanayan yaralarından birisi. Roman Adıyaman Samsat ile Urfa Bozova köylerinde geçiyor. Bu toprakları bilirim. Dedemler o topraklardan göçüp gelmişler. Hala Bozova’da kan bağlarımızın olduğu birkaç köy var. Küçük ve güzel halamı da çocuk yaşlarda o köylerden birisine gelin vermişler. Hala çocuklarıyla sık sık görüşür, köylerine giderim. Aile ziyaretlerine gittiğim için az çok bilirim o toprakları… On on beş yıl öncesine kadar topraklar boştu. Eken biçen yoktu. Çünkü yörenin insanları kan davası ile birbirlerini bir şekilde kör bir dövüşün içinde hırpalayıp duruyorlardı.
Fahrettin Beyin romanında bu yaşananların izlerini gördüm. Kan davası öyle bir girdap ki girenin çıkamadığı, kardeşin kardeşi vurduğu ayrı bir dünya… Nitekim Fahrettin Beyin romanında kırk yıllık eşi Hazal; kocası Hacı’ya kan davası yüzünden ihanet eder. Kardeşinin intikamını almak için eşinin ölmesine razı olur. Kardeşi Hasan’ın kanının intikamını alması için kocasını öldürmek isteyen yeğenleri ile işbirliği yapar. Romanda verilmese de Hacı’nın silahını çıkınından alan karısı Hazal’dır. Kocasını bile bile ölüme gönderir. Hazal; Hacı’nın abisi Yusuf’a verdiği yanıtta bu açıkça söyler; “Biz hakkımız olan intikamı aldık. Şükürler olsun şimdi alnımız açıktır bizim.”
Oysa Hacı Hazal’ı dört çocukla dul kalmış bir kadınken onunla evlenmiş. Çocuklarına babalık etmiştir. Kendisini öldürmek isteyenlerle işbirliği yapan Memati; Hacı’nın üvey oğludur. Hacı çalışarak onları büyütmüş, öz çocuklarından ayırmamıştır.
Köylerde yaşayan ve birbirini bir şekilde rahatsız eden bu köylerin çocukları, gençleri uzun yıllar toprağa gönül vermedi, veremedi. Kan davası, kavga dövüş sürüp geldi. Ta ki köydeki gençlerin bazıları kente göçene dek… Özellikle Antep, Nizip ve Urfa’ya yerleşip iş tutan, çalışmaya başlayan gençler ilk kez yeni hayatı keşfetti. Bu yaşamda para kazanmak, ev almak, evine komşularında gördüğü eşyaları almak… Gençlerin bu kente tutunma çabası köye de yansıdı. Toprakları sürmeye başladılar. Son zamanların altını fıstığın değerini fark ettiler. Neredeyse hiç ekilmeyen sadece koyunların otlağı olan alanlara traktörün de desteğiyle fıstık fideleri, zeytin ekmeye başladılar. İş, uğraş derken kavga etmeye zaman kalmadı. Boş alanları ıslah edip sahiplenmeye başladılar. Bu da kan davalarını biraz soldurdu. Fahrettin Bey romanında Yusuf kimliğinde kente yerleşen gençleri anlatır. Samsat’a yerleşen Yusuf hep kan davasından uzak durmaya çalışır. Kendisini öldürmeye gelenlere bile zarar vermek istemez. Romanın onunda intikam almak için kardeşi Hacı’yı öldürenlerden bile ilgilenmez. Çünkü Samsat’ta bir işi ve büyüteceği çocukları vardır. Önünde daha iyi seçenekler vardır.
Bahar ayında Bozova’ya bir etkinliğe gittiğimde gördüm. Topraklarda çok az boş alan kalmış. Dağ, taş fıstık ekilmiş. Birecik’ten çıkıp Adıyaman’a kadar fıstık bahçeleri arasında gidiyor asfalt yolda aracımız. Yusuf’un tercihi bu coğrafyada artık güçlü bir seçenek. İnsanlar da epey yol almış görünüyor.
Fırat’ın İki Yakası’nı okurken yaşadıklarımı da göz önüne alarak yorumlamak en iyisi diye düşündüm. Fahrettin Bey de bu topraklarda Yusufların çoğalmasını düşünüyor. Bence romanın başkahramanı Yusuf’tur. Hazal biraz gölgede kalmış, ikili kişiliğini yakalamada zorlandığımız bir kadın, bir ana, bir aşiret üyesi…?
Yer yer kahramanlar içsesleri ile anlatılırken bazen yazar mı yoksa kahraman mı konuşuyor ikilemine düşüyor gibi oluyoruz. Ama romanın sağlam öyküsü ve derinliği bu eksiklikleri de kapatıyor
Fırat’ın İki Yakası kolay okunan, anlatım açısından başarıl bir ilk yapıt.
Fahrettin Çelik’in ilk romanı.